11 Nisan 2009 Cumartesi

Heaviness, severity, seriousness, solemnity..

O kadar uzun zaman olmuştur ki, kendinle başbaşa kalamadığın... O yer vardır, hasretle uzun zamandır gidemediğin... Nedendir aslında bu yalan hayata bu kadar tutunman... Yalan bir bitişin yalan bir hikayesi mi, yoksa gerçeği bulmaya çalışan benliğinin esareti mi?... Bırakmak istersin herşeyi ama her zaman rol yapmak galip gelir. Ağlamak istersin artık içinden geldiği gibi, bağırmak istersin bir gece sokağa çıkıp avaz avaz "Yeter" diye, ama yediremezsin... Makus talih işte... Ya da kader der, geçer gidersin. Basmakalıp, sistematik, ezbere...

Bir bakarsın, dalmışsın bile... Farkında değilsin, başbaşa kalmışsındır kendinle, hemde o yerde, o düşüncelerle... Artık odadaki siyahla beyazın dayanışmasına, gene karanlığın hakimiyeti başlamıştır. Sende direnemez olursun, artık ağırlığını kaybetmeye başlarsın... Ordasın işte, herşeyler hareketsiz, durağan... Sadece sen, sadece sen... Huzuru istersen, göreceğin zamanı bilirsin, kendin olarak... Görmek için sadece kapat gözlerini... Konuşmak istersen, sadece kapat ağzını... Tıka kulaklarını onu duymak için... Hissetmek... Ahh işte o en kötüsü, en dayanılmazı...

Mutlusun, çünkü o yerin daima vardır, kırılan kanatlarınla yalan hayattan koptuğun, varlığını yitirdiğin, umutlarını eskittiğin, hüznü yaşadığın... Ağırlığını kaybetmek... Ağırlığını kaybetmek... Daima o yerin vardır ama sen eğer yolunu kaybetmeyi becerebilirsen...

Hiç yorum yok: