28 Mayıs 2009 Perşembe

unhappiness, despondency, regretfulness

"Esaretin Bedeli"... Var ya öyle bir meşhur roman (olmayabilir de :), tabii ki okumadım, hatta konusunun bile ne olduğundan haberim yok... Ama o adı yok mu? "Esaretin Bedeli"... Esaret... Beni hep çok etkiledi... Ne kadar da ağır bir kelime... Hem okunuşuyla, hem de anlamıyla... Özgürlük ışığını görmenin hemen hemen imkansız olduğu... Rüzgarı bile arkana almışsın, nafile... O sınırlar, o engeller... Zihnini uyuşturan o manasızlık... Seni içinde tutmaya çalışan... Paylaşacak birşeylerin kalmamış olması... Güzel anların seni çoktaaaan bırakmışlığı... Günlerin uzunluğu, gecelerin soğukluğu... Güneşi elinde tutamamışlığın... Bir taş misali, kaderindeki sürekli etkisinde kalacağı sıcaklığı gibi... Küllerine düşerken hissedeceksin ateşi... Sıra sana gelmeden rest mi çekebilirsin? Geçmişe karşı mı? Gözlerini kapadığında hep aynı şeyleri hissetmek...

Esaret... Ya inanmaya ihtiyaç olursa... Bilinmeli ki o şey hep içtedir, zihindedir...


2 yorum:

Adsız dedi ki...

bahsettiğin esareti iyi bilirim ben... Kurtulmak isteyip kurtulamamak tutkuyla bağlı kalmak, doğrusunun bırakmak olduğunu ama etin kemiğe bağlı olduğu gibi de bağlı olduğunu bilmek... atsan atamamak...aklında, hayatında, elini alttığın herşeyde onu bulmak... belki de onsuz yaşayamayacağını hatta imkansızı yani onun gibi birini bulmayı ümidetmek... yarım kaldığını hissetmek...hep kalacağını bilmek...çok iyi biliyorum bu duyguyu...

shawshank - esaretin bedeli diye bir film vardır. Bu duyguları farklı anlatan, başka bir boyuttan ele alan... Tım Robbins ve Morgan Freeman dehşettir o filmde...

Seyret derim....

Yalnız şunu unutma insanı mutlu kılan hayalleri ve hayallerinde yaşattıklarıdır...onlardır çünkü sana bir tek sadık olan...

Sadener, dedi ki...

Bu kadar güzel yazan her kimse, neden kendine bi isim yazmaz...