30 Mart 2009 Pazartesi

SadenerLand Research Lab. reports...

İşte mükemmel insan profili... Büyük bilim adamı, Türkiye'nin Einstein'ı Engin Günaydın'dan...

50.Yıl Cumhuriyet İlkokulu

50.Yıl Cumhuriyet İlkokulu... Benim zamanındaki durumu buydu, şimdi ilköğretim mi oldu ne oldu bakmadım walla :) Bu kıçıkırık seçimlerin tek faydası okulumu ziyaret etmek oldu. 84-89 yılları arasıydı, yuh! çok olmuş be... Heralde bi en az 15 senedirde buraya girmişliğim yoktu.

Neyse, daha okulun dış kapısından girerken tüylerim diken diken oldu. Flashback derler ya, hani filmlerde olur, öyle oldu işte... Dün ne yedin diye sorsan durur bir düşünürüm. Ama daha adımımı atar atmaz gözlerimin önünden geçti, neler neler? Hiç değişmemiş ki! Aynı bıraktığım gibi, eklenmemiş hiç bir yapı - duvar... Sınıfımı kütüphane yapmış alçaklar, ama öğretmenler odası aynı yerde. Hatta o zamanlar kullandığım tuvaleti, dün kullanırken bayağı zorlandım, boy atmışız biraz sanki :) O zamanlar o kadar çelimsizdim ki Pinokyo derlerdi bana, bi de şimdiki hale bak, komik kaldı... Bir de hayatımın sarsıntısını yaşadığım o nokta yok mu? Teneffüste, okul içinde deli gibi koştururken, öğretmenler odası ile Atatürk büstü olan bölümün köşesinde, aynı hızla diğer taraftan koşan biriyle kafa kafaya çarpışmıştım. Ne dağılmıştı aazımız burnumuz... Fecaetti, hatta aynı acıyı gene hissettim diyebilirim.

Ama en büyük hayal kırıklığım, okulun arka bahçesindeki, yerde bulunan dikdörtgen beton kalıpların kaldırılmış olması. Karşılıklı 2 tanesine, 2'şerli oturup ezilmiş kola kutusuyla ne maçlar yapılırdı. Orası yüzünden az dayak yemedim annemden :) senede 5-6 ayakkabı parçalardım çünkü. Üstümüzün başımızın toz içinde kalmasını da es geçiyorum... Ahh ah, yıllar su misali, tutamıyorum ki, parmaklarımın arasından akııııııp gidiyor...

29 Mart 2009 Pazar

Bir kazanın bize hatırlattıkları...

Zaman teknoloji çağıya... Yazmıştım birkaç gün önce bu hayatın hızlanması nereye varacak ki diye? Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki 5 kişi... Üzücü bir kaza... Yaşanan trajedi... Ve dayanılmaz çaresizlik!... Aslında bulunan 5 kişi, telefonla kazayı bildiren o muhabir hala kayıp. O yüreğimizi dağlayan kayıtları kanımca herkes dinlemiştir. İHA muhabirinin sonunu tahmin edebiliyorum, ama buraya yazmaya gücüm yetmiyor... Keşke kurtulsa, keşke, ama off of... Teknolojim benim...

Hava koşulları, arazi şartları... Binlerce insan, yüzlerce askeri personel, techizat ve araç... Onlarca insan donma tehlikesi geçirdi (ki bunlar hazırlıklı olanlar), 1 tane daha helikopter düştü. Bu devirde, bu teknoloji çağında, bu iletişim sistemleri ile, bu makine ve cihazlarla... Ne kadar da inanılmaz geliyor, ne kadar da büyük trajedi... Nasılda bazı çok basit gibi görünen olaylara ne kadar da çaresiz kalabiliyoruz?... 21.yy 'dayız, ilerledik, çağ atladık, tüm teknolojiyi kullanıyoruz... ..... ..... ..... Yanlışta anlaşılmasın eleştiri Türkiye'ye değil, tüm dünya ülkelerine... Bir gün kendimizi avutmayı bırakacağız, anlayacağız ilk günkü gibi çaresiz olduğumuzu... Doğa... Doğayı, yaşamı, hayatı, o kudreti asla yenemeyeceğimizi... Bulunduğumuz düzenin ilk kuralının bu olduğunu...

Hayatta nefret ettiğim şeyler - 17

Gene bir seçim zamanını geride bırakıyoruz. Yaklaşık 2 aydır hemen hemen her mecrada siyasilerin propaganda tecavüzüne maruz kalmıştık. Afişler, broşürler, beyaz eşyalar, kömürler, mitingler, bayraklar, müzikli araçlar, gazeteler, tv kanalları... falan filan... Geçmek bilmedi. Allahtan dün itibariyle yasaklar başladı da, kurtulduk. Hayırlısıyla da bu akşam tantana sona eriyor. Sona eriyor ermesine ama ne değişecek dersiniz??? Kalanlar lütfederse memleket adına birşeyler yaparlar mı bilmem ama hooop cukka götürmeye devam edecekleri kesin. Ee yeni gelende gideni mutlaka aratacaktır. Son 4-5 ayda oy avcılığı için yapılan hizmetler - bakımlar - düzenlemeler zaten çoktan son bulmuştur, taaaaaki diğer seçim zamanına kadar. O zamanı görürsek "Ne Mutlu Türküm Diyene!" Bu kısır döngü böyle devam eder durur.

Gelelim anafikire... Olan hep vatandaşa, halka, millete olur. Kaynağı nerden gelir o seçim harcamalarının? Nefret ediyorum, gerçekten nefret ediyorum... Hatta diyorum ki Allah belanızı vermesin!!! O bayraklar, o afişler, o broşürler, bla bla... Nasıl rahatsız ediyor, anlatamam... Anayasaya aykırı bir kere, huzurumu kaçırıyorlar. Her parti kondurmuş her direğe, düzlüğe... Sanki o bayrakları görünce orgazm olup oyumu onlara vereceğim. Yollardaki bangır bangır müzikli araçlara değinmiyorum, ağır konuşurum, kapatır RTÜK... Hoş, mecburen seçip birini basıyoruz mührü, yaklaşık 2 saat oy vermek içinde sınıf kapısında ayakta dikilmem de cabası... Ama ben ulu önderim Atatürk'ün devrimleri ile büyümüş bir nesilim, sizler bana vız geliiir tırıs gidersiniz. Esküüüüz mü! Van minüt! Gerçekten bu kısır döngüden nefret ediyorum, nefret. Neyse hayırlı uğurlu olsun demekten başka bir şey gelmiyor şimdilik aklıma...

Hayatta nefret ettiğim şeyler - 16

Mekan SadenerLand! Zaman Pazar zabahı! Nüfus 3... Gün ayarken kapanan gözler, çalan telefon ile uzakdoğulu kıvamında açılır. Bakarsın saate 10 küsürdür... Oy vermek için maaaile ile 11 'de sözleşilmiştir. Oh iyi derken, o ses yok mu? "Oğlum, saatini ileri almadın mı???" Hssssktr yaaaaaa! Çok adaletsiz bişii bu ama! Geri almak hadi neyse de, ileri almak da ne demek? Kendimi enayi gibi hissediyorum, verin geri 1 saatimi :) Kaçan zamana mı yanayım, yaşadığım hayal kırıklığına mı yanayım??? Nefret ediyorum, yazık, günah, ayıp! Etmeyin eylemeyin ya, o 1 saatte neler yapılırdı, neleeeer! Gerçekten nefret ediyorum.

One Step Beyond...

36th pass : Jean / SadenerLand Research Lab. activated...

History : Horizon, Mandela, Mutant, vanDoorn, 11.03, Paradigma, Flashback, Insomnia, Broadcast, TheEND, Enigma, Lola, Anthrax, IRA, Grendel, Joker, Kanova, Undone, Schutzstaffel, V, Angel, Endless, Lost, Escape, Unforgivable, Spartans, Green, Frog, Anelka, OceanLab, Rammstein, Gotthelf, Freedom, Super8 and Tab, 1408

Date : 28.03.2009

Sergio Ramos ama ama :)

"Ama normal değil bu!..."

İspanya - Türkiye maçını NTV 'de yorumlayan Rıdvan Dilmen, Ramos'un ardı arkası kesilmeyen bindirmeleri sonrasında, dayanamayıp maçın son dakikalarında televizyonlarda sarfettiği cümle :) Haketti ama...

Bir de ben günah çıkartayım. Zamanında bu adam için ben "bu da adam mı? nasıl oynar Real Madrid'te..." demişliğim vardır. Hayvanım ben yaa :)

26 Mart 2009 Perşembe

SadenerLand Research Lab. reports...

Hayat, Cuma'yı beklemekten ibarettir!

Tunes of The Week - 21

Geldik 21. haftaya... Bu hafta da birbirinden güzel 3 parçamız var. Tabii ki bu keşiflerin hepsi TE2009'dan... Bir kaç tane daha kaldı bulmam gereken. Başka diyarların tınıları bunlar, insan evladı olamaz bunları üretenler... Cliff 'ten Gone South, dinlediğinizde gönderiyor sizi gerçekten güneye... Ferry ise Twice in a Blue Moon ile karşımızda, yeteri kadar yıpratıcı... Son olarak da Marco V bizimle, Coma Aid... Bu komadan çıkmak için yeteri kadar yardıma ihtiyaç olacaktır. Kalın sağlıcakla, haftaya gene burada...

- Cliff Coenraad / Gone South








- Ferry Corsten / Twice in a Blue Moon








- Marco V / Coma Aid






25 Mart 2009 Çarşamba

One Step Beyond...

35th pass : Horizon / SadenerLand Research Lab. activated...

History : Mandela, Mutant, vanDoorn, 11.03, Paradigma, Flashback, Insomnia, Broadcast, TheEND, Enigma, Lola, Anthrax, IRA, Grendel, Joker, Kanova, Undone, Schutzstaffel, V, Angel, Endless, Lost, Escape, Unforgivable, Spartans, Green, Frog, Anelka, OceanLab, Rammstein, Gotthelf, Freedom, Super8 and Tab, 1408

Date : 24.03.2009

100 den geri sayım başladı.

100 'den geri saymaya başladık... Varolmanın dayanılmaz hafifliği, işte bu olsa gerek. Beklemekte güzel... Beklemekte güzel...

24 Mart 2009 Salı

Back to basics

Koş Cin Ali koş. Al topu al. Topu yerden al. Vur topa vur. Topa sert vur... Ahh o eski günler... Özlemiyor değilim. Yıllar geçtikçe kendimi daha da hızlanan bir dünyada buluyorum. Her uyandığımda (ki zaten uyanamıyorum:), daha iyisi, daha verimlisi, daha etkini, daha büyüğü diye uğraşırken, gece yarısı olmuş bile... Yat kalk aynı terane. Hele teknoloji... Çığ gibi sanki... İlerledikçe daha da hızlanıyor, daha da kuvvetleniyor, daha da yıkıcı oluyor.

Şimdi ilkbahar. İyi günler de uzuyor takılırız derken, hoop yaz gelmiş. Lan bi tatil yapsak bari derken bakmışsın yapraklar sararmış bile, ahanda sonbahar. Hoppaa kar mı yağıyo abi, yuh sana kış. Bu ışıklar da niyeki, cingıl beels, cingıl beeels, cingil ooool dı veeey, yok ebenin AliSami yılbaşı. Daha dün girmiştik yaaa viktorya sikrıt seyrediyorduk, neyse şükür ki bu her kırismıs var :)

Yakalamaya çalışıyorsun, çalıştıkça yetmez oluyor zaman... Yetmiyor 24 saat... Hayattan az biraz çalmak ve kendime ayırmak için her şeyimi kalıplara koyuyorum, sistemlere sokuyorum, kısa yollara başvuruyorum, iyice boka sarıyo... Sıkıldım artık her sabah evden çıkarken aynı şeyleri yapmaktan... Eeeeee... Daha ne kadar hızlanacağız? Daha nelerden fedakarlık edeceğiz? Daha nereye gideceğiz? Nasıl olacağız? Ne kazanacağız? Sonu ne bunun? Ben sıkılmaya başladım Hayat, haberin ola... Sende yavaş dön be Dünya, "Bi daha da gelmem buralara"...

Galiba "Benim için bitmiştir bu düzen". It's time, back to basics...

23 Mart 2009 Pazartesi

Man on the Run / TE2009 part3

Geçmiş zaman olur ki... Öncelikle bir kıyak... Yukardaki resim, çekmiş olduğum süper resimlerden biri. Tabii ki masa üstümü süslüyor. Aşağıdaki linkten paylaşmak istedim.

Trance Energy 2009 wall01 by Sadener

Evet, Man on the Run!... Bu şarkıyı ilk çıktığı hafta duyduğumda, bana ağır geleceğini tahmin etmiştim. Ama bu denli deil :) Yüzlerce kere dinlemişimdir, yüzleeeerce... Hatta defalarca burdada yazdım... Bu tahribat, kabul edilebilirlik eşiğinden çok yüksek... Mükemmel, harika, süpper! İnsan acı çekmekten de hoşlanırmış demek!

Dash Berlin feat. Cerf, Mitiska & Jaren / Man On The Run








Neyse... Gene tahmin ediyordum ki, bu şarkı mutlaka Trance Energy 2009 'da yer bulacaktı. Vee ne yazık tabii ki buldu. Burdaki acıya değinmek, gereksiz bile zaten... Şükür ki, hareketli bir remixiydi. Sadener benliği orda son bulmamalıydı... John O'Calaghan onbinleri... Bayanlar baylar! Karşınızda hayal gerçekliğinde bir boyut...

Yorumsuz...

Yok ya biri walla kafa buluyo...

22 Mart 2009 Pazar

SadenerLand Research Lab. reports...

Gandhi'nin Hristiyanlığın 7 ölümcül günahına karşılık yazdığı, 7 ölümcül sosyal günahı...

1-İlkesiz siyaset
2-Emeksiz zenginlik
3-Vicdansız haz
4-Niteliksiz bilgi
5-Ahlaksız ticaret
6-İnsaniyetsiz bilim
7-Özverisiz ibadet

21 Mart 2009 Cumartesi

Irkçılık, İnsan Hakları, Kardeşlik...

Sırasıyla Peter Norman, Tommie Smith ve John Carlos... Bu fotoğraf, 1968 Mexico City Olimpiyatı ve Erkekler 200m. yarışı ödül töreni... Sıradan bir fotoğraf gibi duruyor değil mi? Ama sanki birşeyler var gibi de hani... Öyle şeyler varki... Irkçılık, İnsan Hakları, Kardeşlik...

200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atletin, Tommie Smith ve John Carlos’un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posterleri bir döneme damga vurmuştu. Dikkat çekmeyen ve aynı karede önde duran, gümüş madalyalı Avustralyalı beyaz atlet, adı Peter Norman...

İşte bu atlet geçen haftalarda öldü. Haberin ve konunun tekrar gündeme gelmesinin sebebi budur. Gelelim hikayeye... Mexico City’de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış. Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman’ın yanına gelerek sormuş:
- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı’ya?
- Bütün kalbimle...
Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:
- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam: Amerika’daki ırk ayrımcılığını, siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler... Ama nasıl? Fikir Norman’dan geliyor: bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini Johneline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi’nin kokartını iğneliyor. Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor.

Ve tabii dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor...
Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor. Eylem amacına ulaşmış, Amerika’daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.

Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman? Tommie Smith diyor ki: “Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya’ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi.”

Avustralya Devleti Norman’ı ölene kadar affetmemiş ama... Norman, intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.

Ölene kadar süren ‘eylem kardeşliği’... İki amerikalı ve bir Avustralyalı ‘lanetli’ atletin o gün başlayan ‘eylem kardeşliği’ ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler. Ta ki geçen hafta, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.

Ve şimdi, aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın:

Melbourne’de yapılan cenaze töreni. ‘Onurlu beyaz atlet’ Peter Norman’ın tabutu, Tommie Smith (solda) ve John Carlos’un omuzlarında!

Üç ‘eylem kardeşi’ son kez omuz omuza...

One Step Beyond...

34th pass : Mandela / SadenerLand Re-Search Lab. activated...

History : Mutant, vanDoorn, 11.03, Paradigma, Flashback, Insomnia, Broadcast, TheEND, Enigma, Lola, Anthrax, IRA, Grendel, Joker, Kanova, Undone, Schutzstaffel, V, Angel, Endless, Lost, Escape, Unforgivable, Spartans, Green, Frog, Anelka, OceanLab, Rammstein, Gotthelf, Freedom, Super8 and Tab, 1408

Date : 20.03.2009

Yine bana hüsran...

Bizde senaryo aynı... Hatta geçen haftanın karbon kopyası... Ya da genele vuralım, bu sezon hep aynı. Mehteran takımı gibin Fenerim, 2 ileri 1 geri... Son 5 dakikada 2-1 yenildik. Kazanmayı zaten beklemiyordum. Hele bir de daha 4. dakikada Guiza golü atınca, belliydi başımıza taş yağacağı :) Maçtan falan bahsemeyeceğim, niyetim 2 isimden bahsetmektir.

Alex ve Lugano... Gerçekten bu 2 adamı takımdan çıkartırsak, Fenerbahçemizin Bank Asya Ligi takımlarından bir farkı kalacağını sanmıyorum. E hadi sidik zoru bir de Gökhan Gönül'ü ekle... Ya gerisi??? Gazeteler yazmış, Aziz Başkan "Bizi Aragones yendi" demiş. E buna da şükür, zararın neresinden dönülse kardır. Günaydın Başkan... Bu şarkıyı sana armağan ediyorum, geç uyanmana... "Yine bana hüsran, yine bana hasret var... Yine bana esmer günler düştü, eyvah!"

20 Mart 2009 Cuma

Hayatta nefret ettiğim şeyler - 15

Off of... Yıllar geçiyor, bu yönüm değişmiyor, değişemiyor. Gerçekten neffffret ediyorum, dayanamıyorum. Büyük bir yaradır bu içimde, gitgide çekilmez olan... Bu ülkenin başına geçecek olsam, kazara :) memlekete yazık olur o ayrı ama gerçekten başa geçsem ilk yapacağım şey, öğle yemeğinden sonra 30 dk. uyku zamanı getirmek olur. Zaten sadece bu hareketle oyumu %70 'lere çıkarırım. Yatağa matağa gerek yok. Ayakta, masada, arabada, lap-topta... Yeter ki o gözler kapansın, içler geçsin, hüşuu içinde :) Yemin ediyorum, kalkınca tek başıma delerim dağları (gibi geliyo ama hani işte) Nefret ediyorum, öğle yemeğinden sonra çöken ağırlığa... Karabasan gibi, sarıyor tüm benliğimi, hareketsiz kılıyor tüm bedenimi... Off of... Hoca bana bi çare...

One Step Beyond...

33th pass : Mutant / SadenerLand Re-Search Lab. activated...

History : vanDoorn, 11.03, Paradigma, Flashback, Insomnia, Broadcast, TheEND, Enigma, Lola, Anthrax, IRA, Grendel, Joker, Kanova, Undone, Schutzstaffel, V, Angel, Endless, Lost, Escape, Unforgivable, Spartans, Green, Frog, Anelka, OceanLab, Rammstein, Gotthelf, Freedom, Super8 and Tab, 1408

Date : 19.03.2009

SadenerLand Re-Search Lab.

I`m gonna sending to out of space - to find another race... I'm gonna sending through out of space, to find another ways...

Tunes of The Week - 20

Ovvv evet, kabul ediyorum. Geçen haftayı boş geçtim., af diliyorum :) Acısı çıkacak bunlarla desem yeridir. İnanılmazlar... İlk olarak Robbie Williams 'ın şarkısının van Doorn enfes yorumu, Enfessss... Arkasından TE2009 John O'Galaghan'ın açılış parçası, Jochen'dan... Fevkalaaade... Vee Tritonal haftanın son noktasını koyuyor. Christian Soto, o sesini ölene dek kulağıma fısıldasana, son nefesime kadar. Haarikaaa... These are Magma Detonators!!! Bum buum buuuum...

- Sander van Doorn feat. Robbie Williams / Close My Eyes (Original Mix)








- Jochen Miller / Face Value (Extended Mix)








- Tritonal feat. Cristina Soto - Crash Into Reason (Moonbeam Remix)







19 Mart 2009 Perşembe

Hamburger kalmadı walla

Menüde hamburger kalmadı. Kadiköy'de 55.000 sosisli sizi bekliyor. Metrobüse binin gelin, tabi bayrak dikicek haliniz kaldiysa...® Banu sen varyaa, bittanesiin!

Sevgili(M) 6S, bu statta bırak final oynamayı, bırak Fenerbahçemin karşına çıkmayı, bırak yanından geçmeyi, adını duymak için bile;

Güven,
Özveri,
Tecrübe, ister...

Yorumsuz...

Kafamı buluyo biri benimle!!!! Şaka mı???? Heppp mi yaaa!

Sensation White 2009

Rüyalar teker teker gerçeğe dönüşüyor... İşte Sensation White... 03 - 04 Temmuz 2009'da Amsterdam'da. Üyelere pre-sale bilet satışı başladı. İnternetin başında bekleyip tükenmeden aldım ya :) hadi hayırlısı bana... Ayrıntılara sonra değineceğim, şimdi mutlu mesut, gönlüm ferah uyuma zamanı... Şimdilik siteyle idare edin.

http://www.sensation.com/

17 Mart 2009 Salı

St.Patrick Day kutlu olsun

İçimizdeki İrlanda'lılardan yoğun talep geldi, aman St.Patrick gününü atlamayalım die :) Walla bende atlamışım yoğunluktan... Hatırlatma için Banu'ya sevgiler :) Eee malum bende bu global dünyada oldukça global bir insanım, kutlamamak olmaz... Bi kere konu yeşil renk üzerine :) ve içinde alkol var, es geçmem mümkün değil...

İlk olarak St.Patrick Günü nedir kine? denecek olursa, 17 Mart St.Patrick Günü, Saint Patrick'i onurlandırmak için kutlanan bir İrlanda bayramıdır. Bugünün Amerika ve diğer dünya ülkelerinde de kutlanması İrlandalılar'ın bütün dünya üzerindeki etkilerinin bir kanıtıdır.

Peki Saint Patrick kimdir de denecek olursa, Saint Patrick gerçekte İrlandalı değildir. Doğum yeri tam olarak bilinmemesine rağmen tarihi kaynaklara göre M.S. 373 yılında ya İskoçya'da ya da Romalılar devrindeki İngiltere'de doğmuştur. M.S. 460 yılının 17 Mart’ında öldüğüne inanılır. Gerçek adı Maewyn Succat olarak bilinen Saint Patrick, Patrick ismini rahip olduktan sonra almıştır.

Saint Patrick Günü genelde yeşil renk giyinme ve eğlenme zamanıdır. Hatta Shrek'de "Official Celebrity"'dir deeeermişim :))) Saint Patrick Günü'nün Amerika'da ilk kutlanışı 1737 yılında Boston, Massachusetts'de olmuştur. Söylenişe göre bu özel günde herkes İrlandalı sayılır. En büyüğü New York'da düzenlenmek üzere 100'ün üzerinde şehirde gösteriler düzenlenmektedir. Benzetme yaparsak, New York 'ta düzenlenen "Türk Günü" günü gibi birşey...
Yeşil renk baharın, İrlanda'nın ve yoncanın rengi olduğu için Saint Patrick Günü'nün de sembolü olmuştur. Bu günde üç yapraklı yonca bulmak, yeşil kıyafetler giymek ve "blarney stone" olarak bilinen taşı öpmek uğur getirmektedir. Bugünde yapılan ilginç olaylardan bazıları ise barlarda biraların yeşil renkte satılması ve nehirlerin yeşil boya ile boyanmasıdır.

Yukardaki resim, Chicago Nehri... Geçen seneki kutlamalar sırasında şehrin içinden geçen nehri yeşile boyamışlar. Komik olmuş :) Genellikle Kuzey Amerika'da, Avustralya'da, Britanya Adası'nda, Yeni Zelanda'da kutlanır ve bir çok insanın, alkolün su gibi aktığı, eğlencenin doruk noktalara ulaştığı bu günü kutlamak için "Irish for a day" lafıyla yeşillere bürünüp sokaklara döküldüğü, aslen İrlandalı olan herkese özgü gündür. Kısaca bugün herkes ve her şey yeşile mahkumdur. Yeşil giymeyenler açık açık dışlanırmış. Yeşil bira, yeşil ırmak, yeşil kıyafet, yeşil saç, yeşil gözlük, bugünü anlatabilecek bazı nesnelerdir. Her şehirde gece açıkhava partisine dönüşen yürüyüşler yapılıyor ama en büyükleri New York ve Savannah'ta. Eğer çok şanslı olupta Dublin'de kutlamalara katılmışsanız içkiye yemeğe boğulacaksınız. Hatta o gün bütün katolik İrlandalılar yabancılara kardeş gibi davranırlar :)

Bu kutlama Türkiye 'de genellikle İstanbul'daki Irish Bar 'larda da kutlanıyor. Yukardaki resimde yeşil Efes biraları görmek mümkün. Bu günün resmi içeceği genellikle Irish Bira ve Irish viskidir. Ee benden bu kadar, gerisi sizin eğlence anlayışınıza kalmış. Bugün içmek için bir sebep bulamayanlar ve izin alamayanlar varsa, ahanda işte size sebep? Sen Patrik Günü :)

15 Mart 2009 Pazar

Ferry Corsten feat. Betsie Larkin - Made of Love



Ferry Corsten feat. Betsie Larkin - Made of Love


Made of Love / TE2009 part2

Konu aslında uç nokta felsefi... "Made of Love"... Benim hayat görüşlerimden birini işliyor bu parça adeta, bu nedenle yeri çok ayrı. Sözleri yazmak ve bestelemek, klibi çekmek istesem anca bu kadar olurmuş :)

İnanırım ki biz insanlar; dünyada duygu ve hislerimizin oluşturduğu ruhumuzla, sadece sevmek ve sevilmek için yaşarız. Hayatımızın odak noktası bu... Bunun dışındaki her şey yalan, sanal, palavra... Para, iş, kariyer ve daha aklınıza ne gelirse... Çok gülen olacaktır eminim :) Sayacaktır bla bla bla... O zaman sizin teorinize göre zengin olanlar hep huzurlu, fakir olanlar hep zavallı olurdu. Sağlıklı olanlar hep dinç, hasta ve sakat olanlarımız hep zayıf... Asla değil, aslaa... Bunu sizde biliyorsunuz... Bir anne şefkati, bir evlat sevgisi, bir günbatımı, bir sevilen yemeğin damak tadı, bir sevgilinin sıcaklığı, bir komikliğin verdiği tebessüm hepimizi mutlu ediyor. Sefilde olsak, yalnızda olsak, yatalakta olsak, CEO'da olsak, pazarda limoncuda...

Bedenden çıkar o ruhu geriye ne kalıyor ki? Hiç bir ölü gördünüz mü? İsterim ki hiç kimseler görmesin. Ama koyun yanına bol parayı, alın işinde otutturun, tutun kaldırın. O hala sizin ebeveyniniz mi, çocuğunuz mu, arkadaşınız mı, aşkınız mı? O ruh çıktıktan sonra... Tebessümü sağlayan, mutlu kılan, umut besleyen, yaşam gücü veren...

Uff daraldım gene, neyseki neşeli yerine geldik. Ferry Corsten, 2008 'in hemen sonunda çıkarttı bu single'ı... TOTW - 8. haftada yer vermişim bu şarkıya. Tarih 04 Aralık, daha ilk dinlediğimde beni fethetmişti zaten... Sonrasında her dinlediğimde gitgide artan hüzünlü tebessüme hiiç değinmiyorum. Neyse, klibi de çıkmış, ki ben bunu bilmiyordum. Cumartesi günü TE2009 'da John O'Calaghan 'ın performası sırasında bende görüntülemiştim. Zaten koyacaktım, vesile oldu... Klip malum radio edit olunca kısa kalmış, kuş gibin, üst postta seyretmişsinizdir. O derin hazzı vermekte yetersiz kalıyor :) Hem orninal versiyonunu, hemde kendi çekimimle TE2009 versiyonunu aşağıda bulabilirsiniz.

- Ferry Corsten feat. Betsie Larkin / Made Of Love (Original Mix)








Hadi bakalım şimdi neler yaşanmış TE2009'da ... (sese dikkat, düşürdüm çok çıkmasın diye ama orası fenaydı...)

14 Mart 2009 Cumartesi

13 Mart 2009 Cuma

in SadenerLand...

This is a State of Trance, with Armin van Buuren, in SadenerLand... Dile kolay 395 hafta... 5 hafta sonra 400 olacak. Müthiş... İnanılmaz... Harika... Muhteşem... Süpper! ...

Senden daha güzel

Ben ne diyim kine şimdi? Maç bitmiş 1-1... Bu takımdaki İspanyolların ben a.q. Aragones, Guiza ve sevdiğimin Josico 'su... Seviyorum sizleri canı gönülden... Tek söylenecek şey, şu alkol kötü şey yaaa :)))) Neyse biz Dumanın yeni şarkısını söyleyelim yaa!

Kimseyi görmedim ben, Senden daha güzel, Kimseyi tanımadım ben, Senden daha özel, Kimselere de bakmadım, Aklımdan geçer, Kimseyi tanımadım ben, Senden daha güzel, Sana nerden rastladım, Oldum derbeder, Kendimi sana sakladım, Senden daha güzel, Kimseleri de takmadım, Ölsem değişmem, Kimseyi tanımadım ben, Senden daha güzel, Senden daha güzel, Senden daha güzel... Daha ne diyim kinee...

One Step Beyond...

32th pass : Sander van Doorn / attenzione, e vietato oltrepassare la linea gialla :)

History : 11.03, Paradigma, Flashback, Insomnia, Broadcast, TheEND, Enigma, Lola, Anthrax, IRA, Grendel, Joker, Kanova, Undone, Schutzstaffel, V, Angel, Endless, Lost, Escape, Unforgivable, Spartans, Green, Frog, Anelka, OceanLab, Rammstein, Gotthelf, Freedom, Super8 and Tab, 1408

Date : 13.03.2009

Yorumsuz...

Ovvv! Ay lav dis geym!

PS3 sohbetleri...

Kaptırdık bu ara gene, formdayım da hani :) Gelene gidene... Bu arada dikkatimi çekti dün, oynarken kendi aramızda en fazla 10 - 15 kelime ile anlaşabiliyoruz :) Yetiyor walla... Buna hafif sayılmayacak sözler dahil tabii... Neyse biz buraya bi iki bukle düzgünlerinden yazalım bari...

- x: Bassana olm!
- y: Ee bastım ya... Hahahahha...
- x: Sktr!

* Duydunuz direğin sesini...

- x: Ovvv! Walla ben kaymadım be abi!
- y: Kırmızı hoca!
- x: Yok yaa, yandan kaydım, adam da var yanında (Kırmızı) Aaaaaaaaaaaaaasssktr!

* Yok artık ebenin ... AliSami...

- Oha oha... İçinden geçti be aaabi...

* Çocuk olur bu...

- x: Yuh faul yaa, nası vermez!
- y: Hee, al kullan! :)


Yok mu ekleyen???

12 Mart 2009 Perşembe

Trance Energy 2009 After Film, 13 Mart'ta

Yaklaşık 1 hafta geçti üzerinden... Her güzel şeyin mutlaka bir sonu olduğunu zaten yazmıştım ki döndük bizde geri. Özlemişim buraları, o ayrı konu... Neyse, bu kadar zamandır Trance Energy üzerine yazdım, çizdim, yorumladım, bekledim, gittim, gördüm ve yerinde yaşadım. Belki merak edenleriniz olmuştur bu ne kine diye... Merak etmeyin ara ara yer vereceğim, istemesenizde... Ama ilk olarak after filmi bekliyorum. Sonrasında bir çok görüntüyü ara ara paylaşacağım. Sitede yarın diyor, geç zaman geeeç!!! Şimdilik after filmin reklamı ile idare edin.

One Step Beyond...

31th pass : 11.03 / attenzione, e vietato oltrepassare la linea gialla :)

History : Paradigma, Flashback, Insomnia, Broadcast, TheEND, Enigma, Lola, Anthrax, IRA, Grendel, Joker, Kanova, Undone, Schutzstaffel, V, Angel, Endless, Lost, Escape, Unforgivable, Spartans, Green, Frog, Anelka, OceanLab, Rammstein, Gotthelf, Freedom, Super8 and Tab, 1408

Date : 12.03.2009

Yorumsuz...

İlk defa sitenin formatının dışına çıkarak bu kadar büyük resim koyuyorum. Ama bunu koymazsam olmazdı... Şakka gibi ya!!! Böyle beldeye bu soyadlı başkan!!! Uzak ara alır seçimi :)

11 Mart 2009 Çarşamba

Ayşe Arman 'dan...

Bugün farklı bir şey yapacağım. Hürriyette okuduğum Ayşe Arman 'ın yazısının bir bölümünü yayınlayacağım. Hoşuma gitti de :) güldüm. Garip dedim...


"Ekranda Fener-Kayseri maçı var. Yerde halıda uzanmış yatıyor. Üzerinde bir şort bir tişört. Birden yanık keli, teni (burada havalar çok güzel) ve bedeni gözüme çok güzel görünüyor. Aman Allah'ım benim bir libidom var ve işte şimdi yükseliyor, hissediyorum. Bir aydır televizyon yapacağım diye stresten öldüğüm için yerlerde sürünüyordu. Hoşgeldin libidom! Gidip ona sarılıyorum. Kafamı, boynuna gömüyorum. İşte o sırada... Tam o sırada... Semih gol atıyor.

Sevgilim nasıl seviniyor, nasıl tezahurat yapıyor anlatamam. Ve ve ve hayatımda duyduğum en tuhaf şeyi söylüyor: "Sakın kıpırdama, böyle kal!", "Nasıl yani?" diyorum, "Pozisyon değiştirme uğurlu geldin." Önce dalga geçiyor zannettim, ama hayır, pozisyon değiştirmem o andan itibaren yasaklanıyor. Boynu ile göğsü arasında bir yere gömülmüş haldeyim. "Nefes almakta zorlanıyorum!" diyecek oluyorum ki... İkinci gol geliyor. Yine müthiş bir coşku. Ama tabii aynı pozisyonda durmak öyle kolay değil, belim ağrıyor, bir de sıkılıyorum, uyusam mı acaba derken daha eğlenceli bir şey buluyorum, sağ elimi bedeninde gezdirmeye başlıyorum.

Bana hiç "Ayşe" demez, diyor, en sert ses tonuyla, "Ben Fener maçı seyrediyorum!" Yani "Bana nasıl dokunursun!" demek istiyor, "Fener maçında öpüşmek, koklaşmak, ön sevişme bu tür şeyler yok, buna nasıl cüret edersin!"Ben yine pozisyonuma dönüyorum. Bu hafta yapacağım röportajları filan planlıyorum. Aradan bayağı bir zaman geçiyor, e çişim geliyor. "Tuvalate gidebilir miyim?" diyorum. Hiç hoşuna gitmiyor. "Peki git" diyor. Ayağa kalkıyorum... İşte o sırada Volkan, kırmızı kart görüyor ve oyundan atılıyor. Sevgilim de beni evden atacak! Öyle bir bakış fırlatıyor ki, "Tuvalate gidecek zamanı buldun" der gibisinden. Özür diliyorum. "Tamam, hadi çabuk gel" diyor. Hálá uğursuz ilan edilmedim demek! Hemen geri dönüyorum ve pozisyonumu alıyorum. Maç uzadıkça, uzuyor. Neyse ki, sonunda 2-0 bitiyor.

Bu Fenerliler gerçekten normal değil.Onları heyecan verici yapan da bu!"


Bi an kendimi gördümde...

10 Mart 2009 Salı

Her güzel şeyin bir sonu vardır...

Döndük gene yurda... Yorulmuşum ama... Ne olursa olsun, hafta içi mesai saatleri içerisinde boş boş takılmak güzeldi. Ee buna tatil deniyordu galiba :) Otelden c/out yaptıktan sonra turlamaya devam ettim sokakları, uçak saatine kadar. Belki kaç kere geçmişimdir daha önce oralardan ama nedense hiç sıkılmıyorum. Huzur veriyor, dinleniyorum. Ya da iş - güç yok ya ondandır :) Neyse arayı fazla açmayacağız Allahtan... 04 Temmuz'a da bişey kalmadı :))) Şimdilik monoton hayatımıza devam...

Charles Milles Manson

İnternette gezinirken Charles Milles Manson hakkında bir yazı okudum. Manson, cani manyaklar arasında en özel olanıdır. Ona daimi kötü ününü kazandıran cinayetler (1960’ların en şok edici olan Tate-LaBianca cinayetleri) aslında başkaları tarafından işlenmişti; kendisi asla bir silah ateşlememiş veya bıçak kullanmamıştır. Fakat onun karanlık cazibesinin kaynağı tam olarak budur; köle gibi kendisini takip eden ve onun en kanlı emirlerini yerine getirmeye hazır olan müritleri üzerindeki etkisi. Esasında Manson bazı büyülü sözler söyleyen zeki bir dolandırıcıdan daha fazlası olmamasına rağmen, kendisini şeytani bir Mesih, habis bir mürşit yapmıştı; o, barış, aşk ve çiçeklerin gücü vaazlarıyla başlayıp Rosemary'nin Bebeği, Şeytan ve “Sympathy for the Devil” gibi satanist fantezilerle sona eren bir dönemin en karanlık güdülerinin vücut bulmuş haliydi.

Hala yattığı cezaevine dünyanın her yerinden özellikle gençler tarafından binlerce mektup geliyor. Bir ara gazetecilerden birinin "Büyük bir hayran kitleniz var hapisten çıkmanızı heyecanla bekliyorlar" yorumuna, "Burada yemekler harika ayrıca kitabım ve gelen mektuplarımla uğraşıyorum, pek heyecanlanmasınlar, Amerika ilk kez iyi bir şey yapıyor bana " şeklinde cevap vermiştir.

Niye bu konuya değindiğime gelince, güzel bir söz söylemiş de ondan. Walla ben de etkilendim, o yüzden yazıyorum :-O

“Bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız, tanrınızı görürsünüz. Bana tam karşımdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz”

9 Mart 2009 Pazartesi

Hayat ve ben...

Yaklaşık 4 gündür tek başıma, dertsiz, tasasız, sakin, huzurlu, garip bir zaman geçiriyorum. Öncesinde acaba sıkılır mıyım diye düşünmedim değil... Ama nasıl geçtiğini bile anlamadım, bitiyor Pazartesi gecesi oldu bile. Yatıyorum, kalkıyorum, dolaşıyorum, oturuyorum, düşünüyorum, seyrediyorum, yürüyorum, yiyorum, içiyorum... Kulaklık zaten kulağımda, onu sürekli dinliyorum. Ve hep farkediyorum ki, sanki hayatla paylaşacak bir şeyim kalmamış gibi... Artık kontrol edemiyor beni sanki... Özgürüm... Güzel bir duygudur bu... Bu kadar gündür, hatırlamıyorum bir insanın bana sorgulayarak, inceleyerek baktığını... Kimsenin umrunda değilim. İster berdüş dolaş, ister yüksek sesle kendi kendine konuş sokakta... Kimsenin derdi yok gibi... Herkes gülüyor, herkesle sohbet etmek o kadar kolay ki... Sanki kaygıları yok gibi...

Aslında hayatın içinde aynalar vardır, mücadele ederken görebilmek lazım. Ancak o aynalar gösterir sana saklı doğruları... Yoksa hayatın yalanları arasında kalırsın, yaşanmaz olur... Aslında hayatın kuralıdır bu, hiç bir zaman vermez ki sana doğruları... Sen, neden diye sorsan bile... Yalnız olduğunu anlarsın sürekli... Bu aralar bu aynalarda kayboldu... Huzurla yürüyebiliyorum sokaklarda...

Bunları neden yazdığıma gelecek olursak... Diyeceğim odur ki, Perşembe günü oynayacağım ama Loto bana sakın çıkmasın :) Gerçekten çıkmasın... :))))) Bu ara çok yetmeye başladım, kendi kendime, böyle ölünmez :) Bir şeyler hissetmek lazım, birşeylere daha inanmak lazım hayatta, inancımızdan başka...

Alex varsa, Fenerbahçem'den takibe devam...

Dünü tüm gün uyuyarak geçirdiğimizden maçı uzak diyarlarda seyretmek nasip olmadı. Sabah gördüm skoru, cebime gelmiş 2-0. Haftalar sonra deplasmanda 3 puanı almış olmak hoşuma gitti. Hemde Kayseri 'de, hem de yeni açılan Kadir Has Stadında. Girdim Ligtv.com 'a golleri seyrettim, bu sefer de aşka geldim.

Alex, Alex, Alex... Sihirbaz bu adam ya :) Gerçekten... Bende bazen eleştiriyorum, ama içimden... Çünkü bu adam, günümüz modern futbolunu oynamıyor, kabul etmek lazım. Koşmuyor, basmıyor, ısırmıyor. Ama öyle bir özelliği var ki, bu adam tam Hitman! Tam suikastçı :) Ne yapıyor ediyor atıyor, attırıyor... O ne gol öyle, hem de sağ ayağıyla... Diğer gol de Semih'ten... Takipçiliğini konuşturmuş, Semih bu takımda her zaman ilk 11 oynamalı... Resimde tam maçın özeti oldu hani :) Dikkat edin ne zaman Alex var, Fenerbahçe var. Şampiyonluk yarışında da var. Hadi gayret be yaa...